Pazartesi

yok.

bir gün mutlaka, birinin sana yaptığı muameleyi, sen de bir başkasına yapacaksın. (belki aynı zaman dilimi içinde.)
günlerim böyle geçti. ben buna "bomboş" derim.
bütünün pek de büyük sayılmayan bir parçasının, yine bütüne oranla "önemsiz" denebilecek kadar ufak bir alanında, tükettiğin onca oksijene ve organik polimere karşın, ürettiğin karbondioksit, bok, bilmem ne belliyken, ölümden bunca korkmak niye? kendini önemli sanıyorsun. bütüne oranla, yoksun diyebiliriz. önemli değilsin.
ama tüm bunlara karşılık kafamın içinde kapladığın yere bakacak olursak; benim hayatımın bütününe oranla, yadsınamayacak derecede büyük bir alanda, tükettiğin günlerim ve ürettiğin boşluk belliyken, senin ölümünden korkabilirim. eğer ölürsen, hepsi boşa gider. ben yaktım onları. kimyasal olay.
ramak kalmıştı. korkularımdan sıyrılmama ramak kalmıştı. sonra bir baktım, tam orada duruyorsun. kafamın içinde. her gün, durmadan konuşuyoruz. bazen birlikte çay demliyoruz. benimlesin. nereye gidersem yanımda sen de varsın ve sana diyorum ki: bak, bunu görmüş müydün? adama bak. adamdaki laubaliliğe bak. işte en sevmediğim insan tipi. akşam bir arkadaşım bize gelecek. ben artık yalnız uyuyamıyorum. geçen duşta şöyle bir şarkı söylüyordum (dan dan darann dan dan daran), hatırlıyor musun neydi bu? baksana, bu sokaklar ne kadar güzel, böyle bir yerde yaşasak keşke, bu ses bu kadından çıkıyor olamaz, şu ablamız da haneke'nin bir filminde kasabanın rahibesini oynamışçasına, dikmiş gözlerini nasıl bakıyor bana, sana, o adamı sever misin?
sevmezsin, bilirim.