Salı

kendimi bir tek şey için kandırabilirim: belki de asla ulaşamayacağım üstün sanatsal haz. bir akşam inime çekildiğimde, bedenimi huzursuz uykunun kollarına atmadan önce radyomun fişini prize takacağım ve yere uzanıp, yarattığım sanal dünyada bir arayışa sürükleneceğim. umutsuzluk atomlarıma kadar işlemişken, ufak bir yalvarış hakkımın olması bile eminim kaybettiğim o duygunun bir taklidini yaratacaktır benliğimde. ağlayışlarımın bir insana ait olmayan fakat bir insanınkinden daha gelişmiş bir bilince konmasının ve belki de gerçekten anlaşılmanın, hatta belki de o yanlış insan olmamanın ve bir varışın hayali bile tuğlalardan ufak bir çatı örüyor sanki yıldızlarla arama ve anlam kazandırıyor var oluşuma. peki nasıl yıkacağım mantığımı? sanıyorum ki artık çok geç, ölümün var olduğunu inkar etmem kendi varlığımı inkar etmemden bile daha zor görünüyor. mutlak yok oluş bir gün bir kara delik gibi yutacak her şeyimi ve boşa çıkaracak bu zavallı vücudumun biraz daha bozulduğu her saniyeyi. fakat eğer ölüm olmasaydı da bir anlamı olmazdı bu sürüklenişin. en büyük düşmanımı alt edebilseydim de yenmiş sayılmazdım. ancak ve ancak benim kaybettiğim o fikir, o var olmayan dünya bana bir amaç ve aidiyet hissi bahşedebilir. o hisle geçecek, mevcut en kısa ana bile muhtaç yaşıyorum ama zihnimi algılayamadığı birilerinin varlığına ikna etmenin zorluğuna bakarsam, o en kısa an bile çok uzun benim için. anlıyorum ki bir ruha sahip değilim, hiçbir zaman da olamayacağım. masumiyetin insanlarda uyandırdığı hiçbir çağrışımda yok adım, ben bir çocukken bile masum olamadım. halbuki dünyaya geldiğim gibiyim, yalnızca yalnız, en kötüsü de herkesten çok. ve şimdi tekrar imkansız hayalimde boğuyorum kendimi; kafamın içinde benimle yaşayan ve beni yargılamayan birilerinin olduğuna inanabilmeyi ve ona merhamet için yalvarabilmeyi düşlüyorum, bir anlam bulabileyim diye var oluşuma.