Pazartesi

düşüyordum zaman gibi. güneş vardı, insanların itaat ettikleri ve gece, sırtlarını dönüp gözlerini yumdukları. dünün son damlaları parmaklarımın arasından kayarken çevremdeki odanın duvarları beni sıkıştırıyor ve tavanı üzerime yıkılıyormuş gibi hissettim, kafamın içinde insanların kahkahaları yankılanıyordu ve bir savunma mekanizması olarak kullandıkları ciddiyetsizlikten ne kadar tiksindiğimi o an anlayıp pencereyi açtım.
parmaklıkların arasından ellerimi ve kollarımın yarısını geçirebiliyordum, ağacın biri dallarını bana uzatmış gibiydi ve ben de ellerimi ona uzattım. bu, oldukça çirkin bir ağaçtı. ona acıdım. bilmukabele, dedi tatlı ve alaycı bir ses. hayır, alaycılık insana mahsustu, yanılıyor olmalıydım. bir şeyler söylemeliydim ama korkuyordum. korkma, dedi aynı ses, sana hikayemi anlatacağım. peki, dinleyelim madem.

fyodor'dur adım. buraya senden de önce düştüm. başka yer görmeden. başka dil bilmeden. işim terzilikti. beni pek sevmezlerdi. kimler olacak canım, kimsecikler. zavallı fyodor ise hep ilgi bekler. demiştim ki, belki belli edemiyorlar. bir fikrim vardı, ellerimde kumaşlar. bir felaket yaratsam, sonra da onları kurtarsam. ama kendimi kurtarmasam da beklesem. beni sevip sevmediklerini de öğrenmiş olurum hem. neden bilmem, insan demek sevgi demekti. belki sevginin dili de emekti. diktim kalın sütunları. kumaşla gerdim dayanıksız tavanını. çağırdım insanları. terzi fyodor'un yeni evinde ziyafet var! gelin! içimden diyordum ki: gelin de tavan çöküyor sanın başınıza, tam o sırada kumaşı çekip enkazı kendi üstüme yıkacağım, gelin. kurtarayım sizi bir güzel. ama uzanmadı hiçbir el. bağırdım, çağırdım, ziyafetime gelecek kimseyi bulamadım. sonunda tek başıma girdim o çatının altına, ölüverdim işte.

sesi incelip kayboldu. içim sıkıldı. başımı demirlere dayadım, ellerimi alnıma. bir müzik yankılanmaya başladı kulaklarımda. gecenin önünde eğilip bir arzusu var mı diye sormak istedim. gündüze kıçımı dönüp uyumak istedim.
demek tüm bu sokakları evleri ağaçları terk edip gittiniz
dünü avuçlarınızın içinde erittiniz bugüne serptiniz
usul usul
değilsiniz değildiniz olamazsınız da siz
(kimseye dikkat etmedin biliyorsun
ne verdiler sana ne kadarını aldın biliyorsun
utanma
böcek sürüsünden utanıyor musun
insan sürüsünden niye)
siz güneşe eğildiniz geceye acımadan
sırtınızı çevirdiniz
kendinize yüzünüzü
(elinden bir kaza çıkmadan yaşayıver de
hemen ölüver
aman kazasız belasız) yazık
kar yağıyor yazık
düşüncelerine kar yağıyordu yazık kar değil düşünceleri eriyordu
ben çok acırım
ben küçümserim sadece sizi değil kendimi de
size seslenmek ve kendime ve sana yani kendime
(bak delirmek
gördün mü beğendin mi delirmeyi
sana da alalım mı bir tane
pahalıysa alamayız ama sonradan outlete düşer ucuza
oradan alırız)
gülüyorsunuz gülün
ben hem küçümser hem kötümserim hem acırım hem acımam
ben aslında acımam siz istediniz acımamı ben de yaptım
ne pasif ne zavallıyım ne deseniz yapıyorum ne görsem alıyorum ne aşağılığım
dinlemeyin duyamazsınız kulak kabartmayın boşuna
aradan bir iki cümle alır sağa sola yazarsınız belki sonra
hoşunuza gider bütünü sizi bağlamaz yüzünüz kendinize dönük
sizden başka canlı yok
cansız var düşüncenizle aranızda
yazık düşüncenize yazık kardan hızlı erir
çarpar sandığa dolaba kalorifere kanepeye halıya parkeye mermere
duvara tavana tabana
canı yanar ölür
sizin bile canınız o kadar yanmaz ölürken yazık
nefreti bana siz dayattınız terbiyesizleşeceğim ama utancı da
(ne dedim sana
böcek sürüsüne sesleniyorsun neden utanasın)
terbiyesizleşmeyi de
oysa ne güzel yağmura ağzımı açacaktım gülüyorum kendimi öyle hayal edince neden
neden gülüyorum ulan aptallığa şerefsizler
sizin yüzünüzden
bitiremiyorum cümleleri yüzünüze üfleyemiyorum
uyuyamıyorum uyanamıyorum hiçbir işi mükemmel yapamıyorum sizin yaptığınız gibi
bir haftadır geceleri erken yatma sabahları erken kalkma antrenmanı yapıyorsunuz
(gel yalan söyle)
özür dileyin teşekkür edin başka nezaketiniz var mı çarpın suratıma
gizleyin kendinizi gizlemeseniz nefret edeceğim sizden
deneyin isterseniz
ayağıma basın pardon demeyin bakın nasıl küçümseyeceğim sizi
medeni toplumlarda böyle mi diyeceğim yurt dışı görmüşüm ya hemen anlatacağım
yurt medeniyetten uzak ev medeniyetten uzak evde bari çıplak gezelim
yağmura ağzını açanlara dışarıda gülelim evde kendimizi görmüşüz ya dehşete düşelim
dehşet bana değil canlar
size
(sana
dikkat edeceklerini mi sandın ne anladılar sence okudular da
ne değişecek biliyor musun senden sonra
biliyorum)
senle gün
ne günü
senle zaman acılı geçiyor
bir süreçtir gidiyoruz
acaba diyorum yapmak istemediğim için mi yapmıyorum
başka neden olacak siz bana diyor ki yapmalısın
ben de size diyorum ki yapacağım
siz bana güvendiğini söylüyor
teşekkür ediyorum
şu an gülüyorum iyi bir espri yaptım bence
her işi olması gerektiği gibi yapan siz
olması gerekene karar veren siz
size kararı verdiren siz
olması gerekene dönüşen siz
ölen ben mi olacağım?