Cuma

bilgisayarımın ekranında yürüyen böceği imlecimle takip ediyorum. açtığım 7 dakikalık videoya katlanamadım ama fonda hala aynı adam konuşuyor. yarın da uyanacağım. belki büyük bir mutsuzluğa. ama belki de yatağımdan kalkacağım. bu arada beş gündür yatıyorum. bu süre içinde mezun oldum. gereksiz bir heyecan ve çeşitli merasimlerle. gözlerimi kapattığımda boşluğa düşüyorum. ve açıkken de. hiçbir şey fark etmiyor, dalga geçmiyorum, ben beş gündür yatıyorum. ellerimi cebimden çıkarırsam biri koltuk altlarımdan tutacakmış gibi güvensizim. insan toplulukları beni rahatsız ediyor. o kadar saçma bir haldeyim ki. afalladım. her şey bitmiş olsun, olmalı, aksine katlanamam.
kalkmak istiyorum yattığım yerden.

Cumartesi





Çarşamba


etrafımı tertemiz ve son derece net bir şekilde algılayabildiğim her saniyede hissettiğim o eksiklik, kafamın biraz olsun güzelleşmesine duyduğum o ihtiyaç ve bulanıklığa özlem.

ve bu şarkı.




Pazartesi

yok.

bir gün mutlaka, birinin sana yaptığı muameleyi, sen de bir başkasına yapacaksın. (belki aynı zaman dilimi içinde.)
günlerim böyle geçti. ben buna "bomboş" derim.
bütünün pek de büyük sayılmayan bir parçasının, yine bütüne oranla "önemsiz" denebilecek kadar ufak bir alanında, tükettiğin onca oksijene ve organik polimere karşın, ürettiğin karbondioksit, bok, bilmem ne belliyken, ölümden bunca korkmak niye? kendini önemli sanıyorsun. bütüne oranla, yoksun diyebiliriz. önemli değilsin.
ama tüm bunlara karşılık kafamın içinde kapladığın yere bakacak olursak; benim hayatımın bütününe oranla, yadsınamayacak derecede büyük bir alanda, tükettiğin günlerim ve ürettiğin boşluk belliyken, senin ölümünden korkabilirim. eğer ölürsen, hepsi boşa gider. ben yaktım onları. kimyasal olay.
ramak kalmıştı. korkularımdan sıyrılmama ramak kalmıştı. sonra bir baktım, tam orada duruyorsun. kafamın içinde. her gün, durmadan konuşuyoruz. bazen birlikte çay demliyoruz. benimlesin. nereye gidersem yanımda sen de varsın ve sana diyorum ki: bak, bunu görmüş müydün? adama bak. adamdaki laubaliliğe bak. işte en sevmediğim insan tipi. akşam bir arkadaşım bize gelecek. ben artık yalnız uyuyamıyorum. geçen duşta şöyle bir şarkı söylüyordum (dan dan darann dan dan daran), hatırlıyor musun neydi bu? baksana, bu sokaklar ne kadar güzel, böyle bir yerde yaşasak keşke, bu ses bu kadından çıkıyor olamaz, şu ablamız da haneke'nin bir filminde kasabanın rahibesini oynamışçasına, dikmiş gözlerini nasıl bakıyor bana, sana, o adamı sever misin?
sevmezsin, bilirim.

Cuma

manifeste

it's time to speak about those who are absent
it's time to speak about those who are wrong
it's important to question those who are absent
those who live without democracy 
in general
it's urgent to speak about those who are absent
it's time to speak about those who are always wrong
it's an emergency
to speak about those who are always wrong
it's an emergency to talk about freedom

...


Perşembe

it's summertime

ve ben evde yatıyorum.

Pazar

hadi ölelim


biz onlara hep sırıttık.

evet, evet hep mor bir apartmanım olsun istemişimdir. o apartman mor değil. bu adamlar kim, hiç bilmiyorum. şimdi bu insanlar neden biriyle göz göze gelince sırıtıyor, bunu da anlamış değilim. zaten tanıdığı insanlara bile selam vermekten aciz biri olarak, bu kadar sosyallik bana fazla arkadaşım. buraya duygusal bir şeyler yazsaydım ne kadar normal olurdu. ciddi söylüyorum sıkıldım. sıkılmayacaktım. ama sıkılmamın da bir sebebi var. ne yaparsam yapayım içim rahat etmiyor ki. neyse, sırıtalım. geçer belki.