Cuma

manifeste

it's time to speak about those who are absent
it's time to speak about those who are wrong
it's important to question those who are absent
those who live without democracy 
in general
it's urgent to speak about those who are absent
it's time to speak about those who are always wrong
it's an emergency
to speak about those who are always wrong
it's an emergency to talk about freedom

...


Perşembe

it's summertime

ve ben evde yatıyorum.

Pazar

hadi ölelim


biz onlara hep sırıttık.

evet, evet hep mor bir apartmanım olsun istemişimdir. o apartman mor değil. bu adamlar kim, hiç bilmiyorum. şimdi bu insanlar neden biriyle göz göze gelince sırıtıyor, bunu da anlamış değilim. zaten tanıdığı insanlara bile selam vermekten aciz biri olarak, bu kadar sosyallik bana fazla arkadaşım. buraya duygusal bir şeyler yazsaydım ne kadar normal olurdu. ciddi söylüyorum sıkıldım. sıkılmayacaktım. ama sıkılmamın da bir sebebi var. ne yaparsam yapayım içim rahat etmiyor ki. neyse, sırıtalım. geçer belki.

Cumartesi

kürk mantolu madonna

"eğleniyorlardı. yaşıyorlardı. ve ben, kafamın içine ve yalnız kendi ruhuma kapanmakla onların üstünde değil altında bulunduğumu anlıyordum. şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. ben neydim? ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu? şu ağaçlar, onların dallarını ve eteklerini örten karlar, şu ahşap bina, şu gramofon, şu göl ve üzerindeki buz tabakası ve nihayet bu çeşit çeşit insanlar hayatın kendilerine verdiği bir işi yapmakla meşguldüler. her hareketlerinin bir manası vardı, ilk bakışta göze görünmeyen bir manası. ben ise, dingilden fırlayarak, boşta yuvarlanan bir araba tekerleği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum. muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu."

Salı

bunun bir sonu olmalı.



şarkının değil. bu hislerin.

Cuma


sabahları öyle olur.

Çarşamba


keman. keman. keman.
paylaşmadan duramadım.

Salı



eve yürüyorum. kar yağıyor mu uçuyor mu her ne yapıyorsa, önümü göremiyorum. gözlerimi yere dikmiş durumdayım, arada ıslak botlarım kadrajıma giriyor. ayaklarımı hissetmiyorum. ellerim ceplerimde, bir cebimde hamur silgimle oynuyorum, diğer cebimde telefonum falan var. ayaklarım kayıyor. sakin bir insanım. sanki bir insanım. böyle şeyler düşünüyorum. yanımdan geçen insanların içinde tanıdık bir yüz görmemek için, onlara hiç bakmamayı tercih ediyorum. yürürken düşündüğüm çok şey var, dersem kimse inanmamalı. bomboş hayaller kuruyorum. insanlar umrumda değil. önemli şeyler umrumda değil. politika, ekonomi, eğitim, devlet, hukuk, hede, hödö umrumda değil. bunlar önemlidir.
can dinlemek bana tuhaf bir gamsızlık bahşediyor. insanların önemsenmemeyi hak ettiklerini düşünüyorum. biri senle dalga mı geçiyor, dönüp bakma. biri adını mı söyledi, ilgilenme. biri bir şey mi anlattı, tepki verme. biri bir şey mi istiyor, yapma. biri tartışmak mı istiyor, kaç. biri tebrik mi ediyor, bomboş bak. biri baş sağlığı mı diliyor, boş bakmaya devam et. biri ne yaparsa yapsın, sen kendini ondan ne kadar ayrı bir yerde gördüğünü hisset ve ona hissettir. kar çok yağdı. bu sakin vokal, her şeyi önemsiz hale getiriyor.
mutluluk bile artık umrumda değil. çünkü o bile önemsiz. hissetmeye ihtiyacım kalmadı.