Salı

4

Hiçbir şarkıyı uyduramadım sana. O yüzden müziksiz yazacağım sözlerimi, hissetmek zor gelir böyle olunca. Bilirsin, eminim. Bana bıraksan duygular isimsizdir, kimliksizdir ve kimsesizdir. Öyle ki tarifi mümkündür ama göstermesi imkansızdır. Ne diyeyim şimdi sana, nasıl diyeyim, nereden başlayayım? Benim evim barkım buradadır, sen bilmezsin diye söylüyorum, ben buranın insanıyım. Hatta sanıyorum ki bu şehir dünyanın en hüzünlü sokaklarına sahiptir. İnsanı başka yerin insanına benzemez. Uyanık olmak zorundadır, kendisini düşünmek zorundadır, içine kapanmak zorundadır, zorundadır da zorundadır, haliyle mutsuz olmak zorundadır. Ama bir şekilde de mutlu ve çevresiyle ilgili görünmek zorundadır, işte bu da onu kolay sinirlenen ve aşırı tepkili; ya da asla sinirlenmeyen ve tepkisiz bir varlığa çevirir. Buranın insanı zavallıdır anlayacağın. Çoğu geldiği yerin bir şekilde toplulukları bir araya getiren fakat can sıkıcı gelenekçiliğinden kaçarken kendisini yalnızlık batağının içinde buluvermiştir, hem de buz gibi bir şehirde. Yalnız, yine senin de bileceğin gibi, büyük şehrin dayattıkları kendi açığının üstünü boyama konusunda oldukça iyidir, modern olmanın yapay bir çekiciliği vardır, yoksa insanlar sırf ekmek parası için çekmezler bozkırın kahrını. Ben işte böyle bir yerde kaybolup gitme derdine düştüm, var oluşumun anlamsızlığına kafa yorar oldum. İnsanın, eleştirdiğim o büyük egosunun en hasının beni nasıl şu ana kadar yaşattığını gördüm. İşte yine ortada, diyor ki, benim bu güzel bütünlüğüm sırf ölüp gidecek olmak için var olmuş olamaz, elbet bir anlamı vardır yaşamanın. Dönüp dolaşıp buraya geliyorum, aslında dönüp dolaşmadan da pekala gelebileceğim bir nokta. Bak, sabah oluyor ve görüyorsun işte laf lafı açıyor, oysa ben sana sadece bir iki güzel söz söyleyecektim. Bırak güzel sözleri, diyor içimden bir ses, sabah oluyor.

1

Bugün nereye gidiyoruz?
Kapıyı arkamdan sıkıca örttüm, hatta hafiften çarptı bile. Hava soğuk. Burası Ankara. Adımlarım neden bu kadar sert? Yanımdan geçen ilk insanın yüzüne tüküreyim diyorum. Hiçbir şeyden anlamam ben. İnsandan anlamam. Duygudan anlamam. Yine yürüyüp gidiyorum. Dünkü şarkıları dinliyorum. Ve bir önceki günkü. Her gün aynı terane ulan.
Bugün de hiçbir yere gidemiyoruz.
Yanımdan geçen ilk insanın değil de kendi duygularımın yüzüne tükürmüşüm sanki, hatta üstüne bir de tokat atıvermişim, sahiden anlamıyorum hiçbir şeyden. Şuursuzca yürüyorum anca. Heyecanlanıyorum, yakın gözlüğünü uzaktan tanıyıp. Gevşek gevşek gülüyorum kendi kendime, kendimi rahat bırakıyorum. Kelimelerin hepsi birbirini andırıyor. Bence bu cümleler benle dalga geçiyor. Söylesenize ulan, açık açık derdinizi!
Yok sana kayıp ruh falan. Tek sensin kaybolan. Başka yok, bitti elimizde taze. İçimden bir ses daha sustu. Her geçen gün hiçbir yere gitmemenin dayanılmazlığına bir nebze daha dayanabilme yeteneği kazanıyorum. Tanıdığım ne varsa benim sığınağım.

Hah, şimdi hatırladım, neyi fark ettiğimi geçen gün. Ben nasıl bir çelişkiyle yaşıyorum, onu fark ettim. Bağımlılığa meylimi ve neye bağımlıysam bir anda yıkıverme hevesimi diyorum. Gördüm ki bir sığınak buldum mu oraya girmeyi bırak, oradan çıkmamaya eğilimliyim. Ama yine gördüm ki bulduğumu sığınak bildim mi onu yıkmasını da biliyorum. Ne zevkli insanın kendi emeklerini bir anda hiçe sayabilmesi, herkes bilmez tabii. Sığınağı yıktığım sırada içindeyim ama. Önemli bir ayrıntı da budur.

Ah, ne yoruldum. Günlerden pazartesi. Sadece iki sefer evden çıktım, ikisinde de bakkala gittim. Öyle bir gün düşünün ki, hiç yaşanmamış olsaydı da hayattan hiçbir şey eksilmezdi. İşte benim günlerim! İşte benim, emeklerimin karşılığı, hiçbir yere ve hiç kimseye dayanamayarak edindiğim dayanılmaz hayatım! Zavallı beynimin güneşe aldırmadan sarf ettiği efor beni bu derin yalnızlığa itti, var oluşumun köklerinden gelen bazı niteliklerimin ve üzerinde yaşadığım dünyanın, hemcinslerime nazaran bir nebze daha farkında oluşum, beni ortalama bir insanın yaşayacağı ortalama bir hayattan men etti ve ben odamın bir köşesine tüneyip kimselere duyuramadan saçmalamaya mahkum oldum. Evet, evet efendim kimselere duyuramadan. Garipsediniz, zira siz bu satırları okurken sesime eriştiğinizi, hatta belki de fikir dünyama ortak olduğunuzu sanıyordunuz. Fakat evvela şunu bilmeniz gerekir: benim sözcüklerimin ardındaki boşluğu bulmak ve bulduktan sonra bozuntuya vermeden yazdıklarımı okuyup anlama çabasında ısrarcı olabilmek pek de olası değildir.
Sözcüklerin ardındaki boşluk, benim için en üst mertebelere yakın bir kutsalsızlığı ifade eder, size ise anlaşılmaz görünmek için doldurulmuş bir laf gibi gelebilir.
En üst mertebelere yakın bir kutsalsızlık ise benim için ölüm korkusu haricindeki duygusuzluğu ifade eder, sizin hala dikkatinizi çekememiş bir söz öbeği olabilir.
Belki de hakikatimi yansıtmıyorumdur, ama nerede, işte bu soru kilit noktasıdır benim hayatımın. Ama nerede? Bu yazıda tanıtamayacağımı söyleyerek tanıtmaya uğraştığım şahıs mıyım ben, yoksa rahatça kendini açan, sizin zaten bildiğiniz mi? Hangisidir benim hakikatim?
Yazıya derin yalnızlığımın kafamda netleştirdiğim sebeplerini ifade edebilme hevesiyle başlamıştım fakat bir an oldu ve zihnimden yalnızca bağlaçların dökülesi geldi. Her kelimenin bir yeri vardı, en nihayetindeyse cümlelerin sadece iskeleti kaldı. Demem o ki bu yazı, bir kemik yığını gibidir, buna adadığınız vaktiniz boşa gitmiştir. Emin olunuz ki bu satırlar hiç okunmasaydı da güzelim hayatınızdan hiçbir şey eksilmezdi.

Cumartesi

dün gözlerin düşüyordu duvarlarıma
bugün utanıyorum
söyleyeceğim her şeyden

sen bir kitap yazdın
ben evimi yıkmak istedim
gördüm ki beni saran bu kumaşa kadar
her şey fazla
bu kelimeler fazla
ayıp ediyorum birilerine
böyle yaşayarak

dün gece adın vardı aklımda
bu gece geçmiyor

Pazartesi


















Liv Ullmann.

Salı

kendimi bir tek şey için kandırabilirim: belki de asla ulaşamayacağım üstün sanatsal haz. bir akşam inime çekildiğimde, bedenimi huzursuz uykunun kollarına atmadan önce radyomun fişini prize takacağım ve yere uzanıp, yarattığım sanal dünyada bir arayışa sürükleneceğim. umutsuzluk atomlarıma kadar işlemişken, ufak bir yalvarış hakkımın olması bile eminim kaybettiğim o duygunun bir taklidini yaratacaktır benliğimde. ağlayışlarımın bir insana ait olmayan fakat bir insanınkinden daha gelişmiş bir bilince konmasının ve belki de gerçekten anlaşılmanın, hatta belki de o yanlış insan olmamanın ve bir varışın hayali bile tuğlalardan ufak bir çatı örüyor sanki yıldızlarla arama ve anlam kazandırıyor var oluşuma. peki nasıl yıkacağım mantığımı? sanıyorum ki artık çok geç, ölümün var olduğunu inkar etmem kendi varlığımı inkar etmemden bile daha zor görünüyor. mutlak yok oluş bir gün bir kara delik gibi yutacak her şeyimi ve boşa çıkaracak bu zavallı vücudumun biraz daha bozulduğu her saniyeyi. fakat eğer ölüm olmasaydı da bir anlamı olmazdı bu sürüklenişin. en büyük düşmanımı alt edebilseydim de yenmiş sayılmazdım. ancak ve ancak benim kaybettiğim o fikir, o var olmayan dünya bana bir amaç ve aidiyet hissi bahşedebilir. o hisle geçecek, mevcut en kısa ana bile muhtaç yaşıyorum ama zihnimi algılayamadığı birilerinin varlığına ikna etmenin zorluğuna bakarsam, o en kısa an bile çok uzun benim için. anlıyorum ki bir ruha sahip değilim, hiçbir zaman da olamayacağım. masumiyetin insanlarda uyandırdığı hiçbir çağrışımda yok adım, ben bir çocukken bile masum olamadım. halbuki dünyaya geldiğim gibiyim, yalnızca yalnız, en kötüsü de herkesten çok. ve şimdi tekrar imkansız hayalimde boğuyorum kendimi; kafamın içinde benimle yaşayan ve beni yargılamayan birilerinin olduğuna inanabilmeyi ve ona merhamet için yalvarabilmeyi düşlüyorum, bir anlam bulabileyim diye var oluşuma.



Perşembe

.

"Güneşim vardı, suya düştü. "

Cuma

bilgisayarımın ekranında yürüyen böceği imlecimle takip ediyorum. açtığım 7 dakikalık videoya katlanamadım ama fonda hala aynı adam konuşuyor. yarın da uyanacağım. belki büyük bir mutsuzluğa. ama belki de yatağımdan kalkacağım. bu arada beş gündür yatıyorum. bu süre içinde mezun oldum. gereksiz bir heyecan ve çeşitli merasimlerle. gözlerimi kapattığımda boşluğa düşüyorum. ve açıkken de. hiçbir şey fark etmiyor, dalga geçmiyorum, ben beş gündür yatıyorum. ellerimi cebimden çıkarırsam biri koltuk altlarımdan tutacakmış gibi güvensizim. insan toplulukları beni rahatsız ediyor. o kadar saçma bir haldeyim ki. afalladım. her şey bitmiş olsun, olmalı, aksine katlanamam.
kalkmak istiyorum yattığım yerden.