bir küçücük su damlasıyım
döne döne geziyorum
her gece üşüyor içim
her sabah biraz daha eksiliyorum
bir gün gecenin hiç hatırı kalmayacak bende
güneşe kuruyacağım
Cumartesi
Çarşamba
saturno contro
"sürpriz, yenilik, beklenmedik şeyler istemiyorum. her şeyin şu an olduğu gibi kalmasını istiyorum. daima. daima diye bir şeyin olmadığını bilsem de..."
Salı
Pazartesi
düşüyordum zaman gibi. güneş vardı, insanların itaat ettikleri ve gece, sırtlarını dönüp gözlerini yumdukları. dünün son damlaları parmaklarımın arasından kayarken çevremdeki odanın duvarları beni sıkıştırıyor ve tavanı üzerime yıkılıyormuş gibi hissettim, kafamın içinde insanların kahkahaları yankılanıyordu ve bir savunma mekanizması olarak kullandıkları ciddiyetsizlikten ne kadar tiksindiğimi o an anlayıp pencereyi açtım.
parmaklıkların arasından ellerimi ve kollarımın yarısını geçirebiliyordum, ağacın biri dallarını bana uzatmış gibiydi ve ben de ellerimi ona uzattım. bu, oldukça çirkin bir ağaçtı. ona acıdım. bilmukabele, dedi tatlı ve alaycı bir ses. hayır, alaycılık insana mahsustu, yanılıyor olmalıydım. bir şeyler söylemeliydim ama korkuyordum. korkma, dedi aynı ses, sana hikayemi anlatacağım. peki, dinleyelim madem.
fyodor'dur adım. buraya senden de önce düştüm. başka yer görmeden. başka dil bilmeden. işim terzilikti. beni pek sevmezlerdi. kimler olacak canım, kimsecikler. zavallı fyodor ise hep ilgi bekler. demiştim ki, belki belli edemiyorlar. bir fikrim vardı, ellerimde kumaşlar. bir felaket yaratsam, sonra da onları kurtarsam. ama kendimi kurtarmasam da beklesem. beni sevip sevmediklerini de öğrenmiş olurum hem. neden bilmem, insan demek sevgi demekti. belki sevginin dili de emekti. diktim kalın sütunları. kumaşla gerdim dayanıksız tavanını. çağırdım insanları. terzi fyodor'un yeni evinde ziyafet var! gelin! içimden diyordum ki: gelin de tavan çöküyor sanın başınıza, tam o sırada kumaşı çekip enkazı kendi üstüme yıkacağım, gelin. kurtarayım sizi bir güzel. ama uzanmadı hiçbir el. bağırdım, çağırdım, ziyafetime gelecek kimseyi bulamadım. sonunda tek başıma girdim o çatının altına, ölüverdim işte.
sesi incelip kayboldu. içim sıkıldı. başımı demirlere dayadım, ellerimi alnıma. bir müzik yankılanmaya başladı kulaklarımda. gecenin önünde eğilip bir arzusu var mı diye sormak istedim. gündüze kıçımı dönüp uyumak istedim.
parmaklıkların arasından ellerimi ve kollarımın yarısını geçirebiliyordum, ağacın biri dallarını bana uzatmış gibiydi ve ben de ellerimi ona uzattım. bu, oldukça çirkin bir ağaçtı. ona acıdım. bilmukabele, dedi tatlı ve alaycı bir ses. hayır, alaycılık insana mahsustu, yanılıyor olmalıydım. bir şeyler söylemeliydim ama korkuyordum. korkma, dedi aynı ses, sana hikayemi anlatacağım. peki, dinleyelim madem.
fyodor'dur adım. buraya senden de önce düştüm. başka yer görmeden. başka dil bilmeden. işim terzilikti. beni pek sevmezlerdi. kimler olacak canım, kimsecikler. zavallı fyodor ise hep ilgi bekler. demiştim ki, belki belli edemiyorlar. bir fikrim vardı, ellerimde kumaşlar. bir felaket yaratsam, sonra da onları kurtarsam. ama kendimi kurtarmasam da beklesem. beni sevip sevmediklerini de öğrenmiş olurum hem. neden bilmem, insan demek sevgi demekti. belki sevginin dili de emekti. diktim kalın sütunları. kumaşla gerdim dayanıksız tavanını. çağırdım insanları. terzi fyodor'un yeni evinde ziyafet var! gelin! içimden diyordum ki: gelin de tavan çöküyor sanın başınıza, tam o sırada kumaşı çekip enkazı kendi üstüme yıkacağım, gelin. kurtarayım sizi bir güzel. ama uzanmadı hiçbir el. bağırdım, çağırdım, ziyafetime gelecek kimseyi bulamadım. sonunda tek başıma girdim o çatının altına, ölüverdim işte.
sesi incelip kayboldu. içim sıkıldı. başımı demirlere dayadım, ellerimi alnıma. bir müzik yankılanmaya başladı kulaklarımda. gecenin önünde eğilip bir arzusu var mı diye sormak istedim. gündüze kıçımı dönüp uyumak istedim.
demek tüm bu sokakları evleri ağaçları terk edip gittiniz
dünü avuçlarınızın içinde erittiniz bugüne serptiniz
usul usul
değilsiniz değildiniz olamazsınız da siz
(kimseye dikkat etmedin biliyorsun
ne verdiler sana ne kadarını aldın biliyorsun
utanma
böcek sürüsünden utanıyor musun
insan sürüsünden niye)
siz güneşe eğildiniz geceye acımadan
sırtınızı çevirdiniz
kendinize yüzünüzü
(elinden bir kaza çıkmadan yaşayıver de
hemen ölüver
aman kazasız belasız) yazık
kar yağıyor yazık
düşüncelerine kar yağıyordu yazık kar değil düşünceleri eriyordu
ben çok acırım
ben küçümserim sadece sizi değil kendimi de
size seslenmek ve kendime ve sana yani kendime
(bak delirmek
gördün mü beğendin mi delirmeyi
sana da alalım mı bir tane
pahalıysa alamayız ama sonradan outlete düşer ucuza
oradan alırız)
gülüyorsunuz gülün
ben hem küçümser hem kötümserim hem acırım hem acımam
ben aslında acımam siz istediniz acımamı ben de yaptım
ne pasif ne zavallıyım ne deseniz yapıyorum ne görsem alıyorum ne aşağılığım
dinlemeyin duyamazsınız kulak kabartmayın boşuna
aradan bir iki cümle alır sağa sola yazarsınız belki sonra
hoşunuza gider bütünü sizi bağlamaz yüzünüz kendinize dönük
sizden başka canlı yok
cansız var düşüncenizle aranızda
yazık düşüncenize yazık kardan hızlı erir
çarpar sandığa dolaba kalorifere kanepeye halıya parkeye mermere
duvara tavana tabana
canı yanar ölür
sizin bile canınız o kadar yanmaz ölürken yazık
nefreti bana siz dayattınız terbiyesizleşeceğim ama utancı da
(ne dedim sana
böcek sürüsüne sesleniyorsun neden utanasın)
terbiyesizleşmeyi de
oysa ne güzel yağmura ağzımı açacaktım gülüyorum kendimi öyle hayal edince neden
neden gülüyorum ulan aptallığa şerefsizler
sizin yüzünüzden
bitiremiyorum cümleleri yüzünüze üfleyemiyorum
uyuyamıyorum uyanamıyorum hiçbir işi mükemmel yapamıyorum sizin yaptığınız gibi
bir haftadır geceleri erken yatma sabahları erken kalkma antrenmanı yapıyorsunuz
(gel yalan söyle)
özür dileyin teşekkür edin başka nezaketiniz var mı çarpın suratıma
gizleyin kendinizi gizlemeseniz nefret edeceğim sizden
deneyin isterseniz
ayağıma basın pardon demeyin bakın nasıl küçümseyeceğim sizi
medeni toplumlarda böyle mi diyeceğim yurt dışı görmüşüm ya hemen anlatacağım
yurt medeniyetten uzak ev medeniyetten uzak evde bari çıplak gezelim
yağmura ağzını açanlara dışarıda gülelim evde kendimizi görmüşüz ya dehşete düşelim
dehşet bana değil canlar
size
(sana
dikkat edeceklerini mi sandın ne anladılar sence okudular da
ne değişecek biliyor musun senden sonra
biliyorum)
senle gün
ne günü
senle zaman acılı geçiyor
bir süreçtir gidiyoruz
acaba diyorum yapmak istemediğim için mi yapmıyorum
başka neden olacak siz bana diyor ki yapmalısın
ben de size diyorum ki yapacağım
siz bana güvendiğini söylüyor
teşekkür ediyorum
şu an gülüyorum iyi bir espri yaptım bence
her işi olması gerektiği gibi yapan siz
olması gerekene karar veren siz
size kararı verdiren siz
olması gerekene dönüşen siz
ölen ben mi olacağım?
dünü avuçlarınızın içinde erittiniz bugüne serptiniz
usul usul
değilsiniz değildiniz olamazsınız da siz
(kimseye dikkat etmedin biliyorsun
ne verdiler sana ne kadarını aldın biliyorsun
utanma
böcek sürüsünden utanıyor musun
insan sürüsünden niye)
siz güneşe eğildiniz geceye acımadan
sırtınızı çevirdiniz
kendinize yüzünüzü
(elinden bir kaza çıkmadan yaşayıver de
hemen ölüver
aman kazasız belasız) yazık
kar yağıyor yazık
düşüncelerine kar yağıyordu yazık kar değil düşünceleri eriyordu
ben çok acırım
ben küçümserim sadece sizi değil kendimi de
size seslenmek ve kendime ve sana yani kendime
(bak delirmek
gördün mü beğendin mi delirmeyi
sana da alalım mı bir tane
pahalıysa alamayız ama sonradan outlete düşer ucuza
oradan alırız)
gülüyorsunuz gülün
ben hem küçümser hem kötümserim hem acırım hem acımam
ben aslında acımam siz istediniz acımamı ben de yaptım
ne pasif ne zavallıyım ne deseniz yapıyorum ne görsem alıyorum ne aşağılığım
dinlemeyin duyamazsınız kulak kabartmayın boşuna
aradan bir iki cümle alır sağa sola yazarsınız belki sonra
hoşunuza gider bütünü sizi bağlamaz yüzünüz kendinize dönük
sizden başka canlı yok
cansız var düşüncenizle aranızda
yazık düşüncenize yazık kardan hızlı erir
çarpar sandığa dolaba kalorifere kanepeye halıya parkeye mermere
duvara tavana tabana
canı yanar ölür
sizin bile canınız o kadar yanmaz ölürken yazık
nefreti bana siz dayattınız terbiyesizleşeceğim ama utancı da
(ne dedim sana
böcek sürüsüne sesleniyorsun neden utanasın)
terbiyesizleşmeyi de
oysa ne güzel yağmura ağzımı açacaktım gülüyorum kendimi öyle hayal edince neden
neden gülüyorum ulan aptallığa şerefsizler
sizin yüzünüzden
bitiremiyorum cümleleri yüzünüze üfleyemiyorum
uyuyamıyorum uyanamıyorum hiçbir işi mükemmel yapamıyorum sizin yaptığınız gibi
bir haftadır geceleri erken yatma sabahları erken kalkma antrenmanı yapıyorsunuz
(gel yalan söyle)
özür dileyin teşekkür edin başka nezaketiniz var mı çarpın suratıma
gizleyin kendinizi gizlemeseniz nefret edeceğim sizden
deneyin isterseniz
ayağıma basın pardon demeyin bakın nasıl küçümseyeceğim sizi
medeni toplumlarda böyle mi diyeceğim yurt dışı görmüşüm ya hemen anlatacağım
yurt medeniyetten uzak ev medeniyetten uzak evde bari çıplak gezelim
yağmura ağzını açanlara dışarıda gülelim evde kendimizi görmüşüz ya dehşete düşelim
dehşet bana değil canlar
size
(sana
dikkat edeceklerini mi sandın ne anladılar sence okudular da
ne değişecek biliyor musun senden sonra
biliyorum)
senle gün
ne günü
senle zaman acılı geçiyor
bir süreçtir gidiyoruz
acaba diyorum yapmak istemediğim için mi yapmıyorum
başka neden olacak siz bana diyor ki yapmalısın
ben de size diyorum ki yapacağım
siz bana güvendiğini söylüyor
teşekkür ediyorum
şu an gülüyorum iyi bir espri yaptım bence
her işi olması gerektiği gibi yapan siz
olması gerekene karar veren siz
size kararı verdiren siz
olması gerekene dönüşen siz
ölen ben mi olacağım?
Çarşamba
Ağaçlarındallarırüzgardaacıdankıvranıyorisyanediyoramasesleriçıkmazkionlarağıtlarınıböyleyakarlarsessizceoradanorayasavrularak. Uzun bir süredir yetmiyor kelimelerim, duyduğum üzüntüyü anlatmaya. Umutsuzum, bir yol bulamadım insanlığın kirini temizlemek için. Ne temizlemesi, ben bu kirin içinden çıkamadım bile. Bir anlam bulamadım, bir gereklilik göremedim var olmaya. Ağaçlardandasessizimkollarımıhavayakaldırıpsallansamağırağırbende. Kimseyi sevemedim ve öldü aşkım,
İnsanlar!
Tutmadığınız eller bir olup sizi boğazlayacaklar rüyalarınızda
dehşeti biz hak etmedik
o sizin hakkınızdır.
Kim bu konuşan benim sesimle
çıkmış sığınağından dalga geçiyor hepinizle
en çok size acır
utanmalısınız kendinizden.
Oturur bütün insanlık tarihini baştan yaratırım
bozar, yeniden yaparım,
size hakkınızı vermeden çekip gideceğimi mi sandınız?
Tanrınız da ölümlüdür her biriniz gibi,
sizin ona söyleyecek bir şarkınız bile yok,
sizin onun için çekecek gerçek bir acınız bile yok.
İnsan çekeceği acıyı kendisi yaratamaz.
Acı zaten vardır.
İnsan ancak gelip bulabilir onu,
sonradan fark edebilir ya da doğar doğmaz.
Acı etraflarında döner, kendisini doğuran sığınakların dışında
ağaçların dalları gibi, geceyi haber veren dansını eder.
Anne kucağının, bir çatının, suyun, besinin, insanın;
sahipliğin ve aitliğin olmadığı
boşlukta asılıdır acı.
Kendini boşluğa atmalı
kim olduğunu unutmalı.
İnsanlar!
Tutmadığınız eller bir olup sizi boğazlayacaklar rüyalarınızda
dehşeti biz hak etmedik
o sizin hakkınızdır.
Kim bu konuşan benim sesimle
çıkmış sığınağından dalga geçiyor hepinizle
en çok size acır
utanmalısınız kendinizden.
Oturur bütün insanlık tarihini baştan yaratırım
bozar, yeniden yaparım,
size hakkınızı vermeden çekip gideceğimi mi sandınız?
Tanrınız da ölümlüdür her biriniz gibi,
sizin ona söyleyecek bir şarkınız bile yok,
sizin onun için çekecek gerçek bir acınız bile yok.
İnsan çekeceği acıyı kendisi yaratamaz.
Acı zaten vardır.
İnsan ancak gelip bulabilir onu,
sonradan fark edebilir ya da doğar doğmaz.
Acı etraflarında döner, kendisini doğuran sığınakların dışında
ağaçların dalları gibi, geceyi haber veren dansını eder.
Anne kucağının, bir çatının, suyun, besinin, insanın;
sahipliğin ve aitliğin olmadığı
boşlukta asılıdır acı.
Kendini boşluğa atmalı
kim olduğunu unutmalı.
Salı
4
Hiçbir şarkıyı uyduramadım sana. O yüzden müziksiz yazacağım sözlerimi, hissetmek zor gelir böyle olunca. Bilirsin, eminim. Bana bıraksan duygular isimsizdir, kimliksizdir ve kimsesizdir. Öyle ki tarifi mümkündür ama göstermesi imkansızdır. Ne diyeyim şimdi sana, nasıl diyeyim, nereden başlayayım? Benim evim barkım buradadır, sen bilmezsin diye söylüyorum, ben buranın insanıyım. Hatta sanıyorum ki bu şehir dünyanın en hüzünlü sokaklarına sahiptir. İnsanı başka yerin insanına benzemez. Uyanık olmak zorundadır, kendisini düşünmek zorundadır, içine kapanmak zorundadır, zorundadır da zorundadır, haliyle mutsuz olmak zorundadır. Ama bir şekilde de mutlu ve çevresiyle ilgili görünmek zorundadır, işte bu da onu kolay sinirlenen ve aşırı tepkili; ya da asla sinirlenmeyen ve tepkisiz bir varlığa çevirir. Buranın insanı zavallıdır anlayacağın. Çoğu geldiği yerin bir şekilde toplulukları bir araya getiren fakat can sıkıcı gelenekçiliğinden kaçarken kendisini yalnızlık batağının içinde buluvermiştir, hem de buz gibi bir şehirde. Yalnız, yine senin de bileceğin gibi, büyük şehrin dayattıkları kendi açığının üstünü boyama konusunda oldukça iyidir, modern olmanın yapay bir çekiciliği vardır, yoksa insanlar sırf ekmek parası için çekmezler bozkırın kahrını. Ben işte böyle bir yerde kaybolup gitme derdine düştüm, var oluşumun anlamsızlığına kafa yorar oldum. İnsanın, eleştirdiğim o büyük egosunun en hasının beni nasıl şu ana kadar yaşattığını gördüm. İşte yine ortada, diyor ki, benim bu güzel bütünlüğüm sırf ölüp gidecek olmak için var olmuş olamaz, elbet bir anlamı vardır yaşamanın. Dönüp dolaşıp buraya geliyorum, aslında dönüp dolaşmadan da pekala gelebileceğim bir nokta. Bak, sabah oluyor ve görüyorsun işte laf lafı açıyor, oysa ben sana sadece bir iki güzel söz söyleyecektim. Bırak güzel sözleri, diyor içimden bir ses, sabah oluyor.
1
Bugün nereye gidiyoruz?
Kapıyı arkamdan sıkıca örttüm, hatta hafiften çarptı bile. Hava soğuk. Burası Ankara. Adımlarım neden bu kadar sert? Yanımdan geçen ilk insanın yüzüne tüküreyim diyorum. Hiçbir şeyden anlamam ben. İnsandan anlamam. Duygudan anlamam. Yine yürüyüp gidiyorum. Dünkü şarkıları dinliyorum. Ve bir önceki günkü. Her gün aynı terane ulan.
Bugün de hiçbir yere gidemiyoruz.
Yanımdan geçen ilk insanın değil de kendi duygularımın yüzüne tükürmüşüm sanki, hatta üstüne bir de tokat atıvermişim, sahiden anlamıyorum hiçbir şeyden. Şuursuzca yürüyorum anca. Heyecanlanıyorum, yakın gözlüğünü uzaktan tanıyıp. Gevşek gevşek gülüyorum kendi kendime, kendimi rahat bırakıyorum. Kelimelerin hepsi birbirini andırıyor. Bence bu cümleler benle dalga geçiyor. Söylesenize ulan, açık açık derdinizi!
Yok sana kayıp ruh falan. Tek sensin kaybolan. Başka yok, bitti elimizde taze. İçimden bir ses daha sustu. Her geçen gün hiçbir yere gitmemenin dayanılmazlığına bir nebze daha dayanabilme yeteneği kazanıyorum. Tanıdığım ne varsa benim sığınağım.
Hah, şimdi hatırladım, neyi fark ettiğimi geçen gün. Ben nasıl bir çelişkiyle yaşıyorum, onu fark ettim. Bağımlılığa meylimi ve neye bağımlıysam bir anda yıkıverme hevesimi diyorum. Gördüm ki bir sığınak buldum mu oraya girmeyi bırak, oradan çıkmamaya eğilimliyim. Ama yine gördüm ki bulduğumu sığınak bildim mi onu yıkmasını da biliyorum. Ne zevkli insanın kendi emeklerini bir anda hiçe sayabilmesi, herkes bilmez tabii. Sığınağı yıktığım sırada içindeyim ama. Önemli bir ayrıntı da budur.
Kapıyı arkamdan sıkıca örttüm, hatta hafiften çarptı bile. Hava soğuk. Burası Ankara. Adımlarım neden bu kadar sert? Yanımdan geçen ilk insanın yüzüne tüküreyim diyorum. Hiçbir şeyden anlamam ben. İnsandan anlamam. Duygudan anlamam. Yine yürüyüp gidiyorum. Dünkü şarkıları dinliyorum. Ve bir önceki günkü. Her gün aynı terane ulan.
Bugün de hiçbir yere gidemiyoruz.
Yanımdan geçen ilk insanın değil de kendi duygularımın yüzüne tükürmüşüm sanki, hatta üstüne bir de tokat atıvermişim, sahiden anlamıyorum hiçbir şeyden. Şuursuzca yürüyorum anca. Heyecanlanıyorum, yakın gözlüğünü uzaktan tanıyıp. Gevşek gevşek gülüyorum kendi kendime, kendimi rahat bırakıyorum. Kelimelerin hepsi birbirini andırıyor. Bence bu cümleler benle dalga geçiyor. Söylesenize ulan, açık açık derdinizi!
Yok sana kayıp ruh falan. Tek sensin kaybolan. Başka yok, bitti elimizde taze. İçimden bir ses daha sustu. Her geçen gün hiçbir yere gitmemenin dayanılmazlığına bir nebze daha dayanabilme yeteneği kazanıyorum. Tanıdığım ne varsa benim sığınağım.
Hah, şimdi hatırladım, neyi fark ettiğimi geçen gün. Ben nasıl bir çelişkiyle yaşıyorum, onu fark ettim. Bağımlılığa meylimi ve neye bağımlıysam bir anda yıkıverme hevesimi diyorum. Gördüm ki bir sığınak buldum mu oraya girmeyi bırak, oradan çıkmamaya eğilimliyim. Ama yine gördüm ki bulduğumu sığınak bildim mi onu yıkmasını da biliyorum. Ne zevkli insanın kendi emeklerini bir anda hiçe sayabilmesi, herkes bilmez tabii. Sığınağı yıktığım sırada içindeyim ama. Önemli bir ayrıntı da budur.
Ah, ne yoruldum. Günlerden pazartesi. Sadece iki sefer evden çıktım, ikisinde de bakkala gittim. Öyle bir gün düşünün ki, hiç yaşanmamış olsaydı da hayattan hiçbir şey eksilmezdi. İşte benim günlerim! İşte benim, emeklerimin karşılığı, hiçbir yere ve hiç kimseye dayanamayarak edindiğim dayanılmaz hayatım! Zavallı beynimin güneşe aldırmadan sarf ettiği efor beni bu derin yalnızlığa itti, var oluşumun köklerinden gelen bazı niteliklerimin ve üzerinde yaşadığım dünyanın, hemcinslerime nazaran bir nebze daha farkında oluşum, beni ortalama bir insanın yaşayacağı ortalama bir hayattan men etti ve ben odamın bir köşesine tüneyip kimselere duyuramadan saçmalamaya mahkum oldum. Evet, evet efendim kimselere duyuramadan. Garipsediniz, zira siz bu satırları okurken sesime eriştiğinizi, hatta belki de fikir dünyama ortak olduğunuzu sanıyordunuz. Fakat evvela şunu bilmeniz gerekir: benim sözcüklerimin ardındaki boşluğu bulmak ve bulduktan sonra bozuntuya vermeden yazdıklarımı okuyup anlama çabasında ısrarcı olabilmek pek de olası değildir.
Sözcüklerin ardındaki boşluk, benim için en üst mertebelere yakın bir kutsalsızlığı ifade eder, size ise anlaşılmaz görünmek için doldurulmuş bir laf gibi gelebilir.
En üst mertebelere yakın bir kutsalsızlık ise benim için ölüm korkusu haricindeki duygusuzluğu ifade eder, sizin hala dikkatinizi çekememiş bir söz öbeği olabilir.
Belki de hakikatimi yansıtmıyorumdur, ama nerede, işte bu soru kilit noktasıdır benim hayatımın. Ama nerede? Bu yazıda tanıtamayacağımı söyleyerek tanıtmaya uğraştığım şahıs mıyım ben, yoksa rahatça kendini açan, sizin zaten bildiğiniz mi? Hangisidir benim hakikatim?
Yazıya derin yalnızlığımın kafamda netleştirdiğim sebeplerini ifade edebilme hevesiyle başlamıştım fakat bir an oldu ve zihnimden yalnızca bağlaçların dökülesi geldi. Her kelimenin bir yeri vardı, en nihayetindeyse cümlelerin sadece iskeleti kaldı. Demem o ki bu yazı, bir kemik yığını gibidir, buna adadığınız vaktiniz boşa gitmiştir. Emin olunuz ki bu satırlar hiç okunmasaydı da güzelim hayatınızdan hiçbir şey eksilmezdi.
Sözcüklerin ardındaki boşluk, benim için en üst mertebelere yakın bir kutsalsızlığı ifade eder, size ise anlaşılmaz görünmek için doldurulmuş bir laf gibi gelebilir.
En üst mertebelere yakın bir kutsalsızlık ise benim için ölüm korkusu haricindeki duygusuzluğu ifade eder, sizin hala dikkatinizi çekememiş bir söz öbeği olabilir.
Belki de hakikatimi yansıtmıyorumdur, ama nerede, işte bu soru kilit noktasıdır benim hayatımın. Ama nerede? Bu yazıda tanıtamayacağımı söyleyerek tanıtmaya uğraştığım şahıs mıyım ben, yoksa rahatça kendini açan, sizin zaten bildiğiniz mi? Hangisidir benim hakikatim?
Yazıya derin yalnızlığımın kafamda netleştirdiğim sebeplerini ifade edebilme hevesiyle başlamıştım fakat bir an oldu ve zihnimden yalnızca bağlaçların dökülesi geldi. Her kelimenin bir yeri vardı, en nihayetindeyse cümlelerin sadece iskeleti kaldı. Demem o ki bu yazı, bir kemik yığını gibidir, buna adadığınız vaktiniz boşa gitmiştir. Emin olunuz ki bu satırlar hiç okunmasaydı da güzelim hayatınızdan hiçbir şey eksilmezdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)